TerraNova
New member
Özer, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisinin “Eğitimde Yeni Eğilimler, Mesleksel ve Teknik Eğitimde Paradigma Değişiminin Endüstrimiz Açısından Önemi” ana gündemiyle yapılan aylık olağan toplantısına katıldı.
Bakan Özer, pandemi süreciyle ilgili, geçen yıl mart ayından itibaren dünyanın hiç deneyimlemediği, ötürüsıyla hazırlık da yapmadığı bir müddetçle yüz yüze kaldığını lisana getirdi.
Çok farklı kesimlerin bu süreçten etkilenerek farklı tahlil yollarıyla ayakta durmak için yeni yaklaşımlar üretmeye çalıştığına işaret eden Özer, bu süreçte en çok etkilenen bölümlerden birinin de eğitim olduğunu, yaklaşık 1,5 yıldan beri Bakanlığın süreci yönetebilmek için inanılmaz bir gayret sarf ettiğini anlattı.
Özer, “Gelinen noktada artık aşı fazlaca kolay erişilebilir bir objeye dönüştü ve vatandaşlarımızın aşılanma oranı giderek artmaya başladı. Şu anda bilimsel yaklaşımlar içerisinde öbür bir tahlil yolu da yok. Aşı olacağız, maske, ara ve hijyene dikkat edeceğiz. ötürüsıyla 6 Ağustos tarihinden itibaren Bakanlık nazaranvini devraldıktan daha sonra, evre teslim merasiminde deklare ettiğım üzere okullar birinci açılan ve son kapatılan yerler olmak zorundadır.” diye konuştu.
Ülkenin ulusal eğitim sisteminin kapasitesinin çok yüksek olduğunu, öğrenci, öğretmen, idari ve servis çalışanı olmak üzere 20 milyonluk bir kitleden bahsedildiğini lisana getiren Özer, “ötürüsıyla şayet biz hayatı normalleştireceksek kesinlikle eğitimi olağanlaştırmak durumundayız.” dedi.
Ulusal Eğitim Bakanlığı olarak Sıhhat Bakanlığıyla bir arada bu süreçte sınıf bazlı hadise yaklaşımını geliştirdiklerini aktaran Özer, Sıhhat Bakanlığı ile bu süreçte alınması gereken tedbirler rehberini hazırladıklarını, çabucak sonrasında da rastgele bir hadise olması durumunda uyulması gereken prosedürleri detaylı biçimde belirleyerek, tüm okullara ve valiliklere gönderdiklerini aktardı.
Bakan Özer, eğitim sisteminde 57 bin 108 devlet okulu olmak üzere 71 bin 320 okul, yaklaşık 850 bin de derslik bulunduğunu lisana getirerek, yeni yaklaşımla yalnızca olayın yahut yakın temasında olduğu sınıflarda 14 gün yüz yüze eğitime orta verildiğini, bu 14 günlük ortada canlı sınıflarla öğrencilerin eğitime devam etmesiyle ilgili her türlü takviyesi verdiklerini anlattı.
14 günlük orta verilen sınıfların bu sürecin akabinde bir daha sistemin içine dahil edildiğini belirten Özer, konuşmasını şu biçimde sürdürdü:
“3. haftadayız, 6 Eylül’de eğitim-öğretim başladı. Kurulan sistem sahiden hayli sağlıklı bir biçimde işliyor. Kamuoyunda vakit zaman farklı argümanlar ortaya atılıyor. Onlara burada değinmek isterim. İşte ‘Başlangıçta 2 haftada 200’ün altında sınıf yüz yüze eğitime orta verirken, çabucak sonrasında bu sayılar arttı.’ Bu sayıların artması okullarda Kovid-19 salgınıyla ilgili alınması gereken tedbirlerin alınmamasından kaynaklanmıyor. Virüs okulu seçmiyor, virüs toplumun her yerinde, kafede, restoranda, sinemada, kültür sanat etkinliklerinde yani insanların bir ortaya geldiği her noktada virüsün yayılma imkanı var. Virüsün nereden başlayıp okula nasıl geldiğiyle, hangi noktada olduğuyla ilgili hiç bir bilimsel bilgi yok. ötürüsıyla bizim okullardaki eğitim sistemimizdeki sınıfların kapanma sayısı, toplumdaki olay sayısının artışıyla doğrusal bağlantıya sahip. Toplumda olay sayısı arttığı vakit yüz yüze orta veren sınıf sayımız artıyor, azaldığı vakit yüz yüze eğitime orta veren sınıf sayımız azalıyor. Fakat burada enteresan bir nokta var, 14 gün daha sonra bu çocuklarımız yeniden yüz yüze eğitime devam ediyorlar. Yani okul kapatılmıyor. İnşallah bunu kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz.”
“Okulları açık tutmalıyız”
Sıhhat ve İçişleri bakanlıklarıyla süreci koordineli biçimde yönettiklerini belirten Özer, “Şu anda okulları açık tutmamızla ilgili en büyük avantajımız öğretmenlerimizin aşılanma oranı. Hem birinci doz tıpkı vakitte ikinci doz aşılanma oranlarında öğretmenlerimizin yakalamış olduğu oran Türkiye ortalamasının fazlaca üzerinde. Birinci dozda yüzde 92, ikinci dozda yahut aşı olmadan bağışıklık kazanıp antikor oluşturmuş olan öğretmen oranımız yüzde 85’lerde. Bilhassa 6 Ağustos ile bugün içinde öğretmenlerin aşılanmasında da önemli bir ivmelenme var. Yani öğretmenlerimiz okulların açılmasıyla ilgili irade gösterildiği vakit yalnızca kendi sıhhatleri için değil, topluma örneklik oluşturma bağlamında da sorumlulukları üzerine alarak hayli süratli bir biçimde aşılarını tamamladılar.” diye konuştu.
Hadiselere bakıldığı vakit öğretmenlerdeki hadise sayılarının fazlaca düşük olduğunu vurgulayan Özer, şöyleki devam etti:
“İşte bizim okulları açık tutmayla ilgili en büyük avantajımızı öğretmenlerimizin aşılanma oranlarının yüksek olması oluşturuyor. Öğretmenlerimizin aşılanma oranının, İsveç, Finlandiya ve Almanya’daki öğretmenlerin 2 doz aşılanmalarından epeyce daha yüksek olduğunu görüyoruz. İnşallah bu kararlılıkla okullarımız daima açık olur, öğrencilerimiz arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, öğretmenlerimiz öğrencileriyle, okullarıyla buluşur ve şayet Türkiye’nin bir gelecek savı var ise bu argüman beşeri sermayenin niteliğinden geçiyor. Şayet okulları kapalı tutarsak bu tezimizi kaybederiz. Onun için ben dedim ki ‘Okulların açık olması bir ulusal güvenlik sorunudur.’ Okulları açık tutmalıyız. Öğrencilerimizi yalnızca öğrenme olarak değil, ruhsal, toplumsal, kültürel, sanatsal etkinliklerle daima destekleyip tam bir insan olarak Türkiye’nin geleceğinin inşasında rol alacak, sorumluluk alabilecek niteliklere sahip beşerler olarak yetiştirmek durumundayız.”
Bakan Özer, pandemi süreciyle ilgili, geçen yıl mart ayından itibaren dünyanın hiç deneyimlemediği, ötürüsıyla hazırlık da yapmadığı bir müddetçle yüz yüze kaldığını lisana getirdi.
Çok farklı kesimlerin bu süreçten etkilenerek farklı tahlil yollarıyla ayakta durmak için yeni yaklaşımlar üretmeye çalıştığına işaret eden Özer, bu süreçte en çok etkilenen bölümlerden birinin de eğitim olduğunu, yaklaşık 1,5 yıldan beri Bakanlığın süreci yönetebilmek için inanılmaz bir gayret sarf ettiğini anlattı.
Özer, “Gelinen noktada artık aşı fazlaca kolay erişilebilir bir objeye dönüştü ve vatandaşlarımızın aşılanma oranı giderek artmaya başladı. Şu anda bilimsel yaklaşımlar içerisinde öbür bir tahlil yolu da yok. Aşı olacağız, maske, ara ve hijyene dikkat edeceğiz. ötürüsıyla 6 Ağustos tarihinden itibaren Bakanlık nazaranvini devraldıktan daha sonra, evre teslim merasiminde deklare ettiğım üzere okullar birinci açılan ve son kapatılan yerler olmak zorundadır.” diye konuştu.
Ülkenin ulusal eğitim sisteminin kapasitesinin çok yüksek olduğunu, öğrenci, öğretmen, idari ve servis çalışanı olmak üzere 20 milyonluk bir kitleden bahsedildiğini lisana getiren Özer, “ötürüsıyla şayet biz hayatı normalleştireceksek kesinlikle eğitimi olağanlaştırmak durumundayız.” dedi.
Ulusal Eğitim Bakanlığı olarak Sıhhat Bakanlığıyla bir arada bu süreçte sınıf bazlı hadise yaklaşımını geliştirdiklerini aktaran Özer, Sıhhat Bakanlığı ile bu süreçte alınması gereken tedbirler rehberini hazırladıklarını, çabucak sonrasında da rastgele bir hadise olması durumunda uyulması gereken prosedürleri detaylı biçimde belirleyerek, tüm okullara ve valiliklere gönderdiklerini aktardı.
Bakan Özer, eğitim sisteminde 57 bin 108 devlet okulu olmak üzere 71 bin 320 okul, yaklaşık 850 bin de derslik bulunduğunu lisana getirerek, yeni yaklaşımla yalnızca olayın yahut yakın temasında olduğu sınıflarda 14 gün yüz yüze eğitime orta verildiğini, bu 14 günlük ortada canlı sınıflarla öğrencilerin eğitime devam etmesiyle ilgili her türlü takviyesi verdiklerini anlattı.
14 günlük orta verilen sınıfların bu sürecin akabinde bir daha sistemin içine dahil edildiğini belirten Özer, konuşmasını şu biçimde sürdürdü:
“3. haftadayız, 6 Eylül’de eğitim-öğretim başladı. Kurulan sistem sahiden hayli sağlıklı bir biçimde işliyor. Kamuoyunda vakit zaman farklı argümanlar ortaya atılıyor. Onlara burada değinmek isterim. İşte ‘Başlangıçta 2 haftada 200’ün altında sınıf yüz yüze eğitime orta verirken, çabucak sonrasında bu sayılar arttı.’ Bu sayıların artması okullarda Kovid-19 salgınıyla ilgili alınması gereken tedbirlerin alınmamasından kaynaklanmıyor. Virüs okulu seçmiyor, virüs toplumun her yerinde, kafede, restoranda, sinemada, kültür sanat etkinliklerinde yani insanların bir ortaya geldiği her noktada virüsün yayılma imkanı var. Virüsün nereden başlayıp okula nasıl geldiğiyle, hangi noktada olduğuyla ilgili hiç bir bilimsel bilgi yok. ötürüsıyla bizim okullardaki eğitim sistemimizdeki sınıfların kapanma sayısı, toplumdaki olay sayısının artışıyla doğrusal bağlantıya sahip. Toplumda olay sayısı arttığı vakit yüz yüze orta veren sınıf sayımız artıyor, azaldığı vakit yüz yüze eğitime orta veren sınıf sayımız azalıyor. Fakat burada enteresan bir nokta var, 14 gün daha sonra bu çocuklarımız yeniden yüz yüze eğitime devam ediyorlar. Yani okul kapatılmıyor. İnşallah bunu kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz.”
“Okulları açık tutmalıyız”
Sıhhat ve İçişleri bakanlıklarıyla süreci koordineli biçimde yönettiklerini belirten Özer, “Şu anda okulları açık tutmamızla ilgili en büyük avantajımız öğretmenlerimizin aşılanma oranı. Hem birinci doz tıpkı vakitte ikinci doz aşılanma oranlarında öğretmenlerimizin yakalamış olduğu oran Türkiye ortalamasının fazlaca üzerinde. Birinci dozda yüzde 92, ikinci dozda yahut aşı olmadan bağışıklık kazanıp antikor oluşturmuş olan öğretmen oranımız yüzde 85’lerde. Bilhassa 6 Ağustos ile bugün içinde öğretmenlerin aşılanmasında da önemli bir ivmelenme var. Yani öğretmenlerimiz okulların açılmasıyla ilgili irade gösterildiği vakit yalnızca kendi sıhhatleri için değil, topluma örneklik oluşturma bağlamında da sorumlulukları üzerine alarak hayli süratli bir biçimde aşılarını tamamladılar.” diye konuştu.
Hadiselere bakıldığı vakit öğretmenlerdeki hadise sayılarının fazlaca düşük olduğunu vurgulayan Özer, şöyleki devam etti:
“İşte bizim okulları açık tutmayla ilgili en büyük avantajımızı öğretmenlerimizin aşılanma oranlarının yüksek olması oluşturuyor. Öğretmenlerimizin aşılanma oranının, İsveç, Finlandiya ve Almanya’daki öğretmenlerin 2 doz aşılanmalarından epeyce daha yüksek olduğunu görüyoruz. İnşallah bu kararlılıkla okullarımız daima açık olur, öğrencilerimiz arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, öğretmenlerimiz öğrencileriyle, okullarıyla buluşur ve şayet Türkiye’nin bir gelecek savı var ise bu argüman beşeri sermayenin niteliğinden geçiyor. Şayet okulları kapalı tutarsak bu tezimizi kaybederiz. Onun için ben dedim ki ‘Okulların açık olması bir ulusal güvenlik sorunudur.’ Okulları açık tutmalıyız. Öğrencilerimizi yalnızca öğrenme olarak değil, ruhsal, toplumsal, kültürel, sanatsal etkinliklerle daima destekleyip tam bir insan olarak Türkiye’nin geleceğinin inşasında rol alacak, sorumluluk alabilecek niteliklere sahip beşerler olarak yetiştirmek durumundayız.”